Türkiye’de kolluk kuvvetlerinin yasalarda suç olmasına karşın işkence, kötü muamele, yasadışı ya da keyfi infaz, aşırı güç kullanma, cana kast etme uygulamaları ne yazık ki oldukça yaygın. Bu uygulamalar dönem dönem ‘PKK ile mücadele’ ya da ‘terörle mücadele’ kisvesi altında zorla kaybetmeler, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçları olarak bir devlet politikası haline geliyor.
Bu suçların işlenmesi, yargı mensuplarının ve adalet mekanizmasının müthiş bir işbirliği ile faillere yönelik bir cezasızlık uygulaması ile bütünleşiyor.
Hafıza Merkezi’nin yaptığı incelemelerin sonucunda çıkarttığı ve çeşitli yayın organlarında yer alan veriler de en azından zorla kaybetmeler temelinde bunu doğrular nitelikte. Kaybedilen 253 kişinin hukuki durumuna ilişkin yapılan inceleme bu davaların ortalama 17 yıl içinde sadece yüzde 1’inin mahkumiyetle sonuçlandığını ortaya koyuyor.
Bu uygulamanın sonucu olarak da katiller cezalandırılmadan aramızda dolaşmaya devam ediyor, bununla kalmıyor devlet görevlisi olarak terfi ediyorlar, görevlerini sürdürüyorlar. Yani devlet, bu kişileri sadece cezalandırmamakla kalmıyor bir de ödüllendiriyor.
Cezasızlık Sorunu: Soruşturma Süreci Yazan: Gülşah Kurt Hakikat Adalet Hafıza Merkezi Yayını, 160 sf., 20TL. |
Bu uygulama, Türkiye’nin nasıl bir demokrasi olduğu konusunda oldukça açık hüküm verilmesi için yeterli. Öyle ya bir demokrasinin olmazsa olmaz kuralı hukukun üstünlüğü. Yani kimsenin hukuk karşısında imtiyazlı olmaması. Yani padişah ve kralların, devlet yöneticilerinin, dini yöneticilerin, ağaların, beylerin, feodallerin yüzyıllarca süren mücadele sonucunda imtiyazlı konumlarına son verilmesinin de adı hukukun üstünlüğü. Her vatandaşın hukukun muhatabı olabilmesi. Kimsenin imtiyazlı olmaması, hiç kimsenin hiçbir kurumun hukukun üstünde olamaması.
Zorla kaybetmelere dönecek olursak, silahlı kuvvetler ve emniyet mensupları, özelde MİT ve JİTEM mensupları ve korucular Türkiye’de yasaların üstünde bir konuma sahip. Yani insan da öldürseler ceza almıyorlar. Bunu da başta ‘bağımsız ‘savcılar sonra da yargıçlar sağlıyor.
Bu uygulama, içinde bulunduğumuz barış/çözüm süreci açısından da oldukça kritik. Çünkü bu sorunun çözülmemesi yani sorumluların cezalandırılmaması bir çözüm yaratmıyor, adına çözüm denemiyor. ‘Böyle gelmiş, böyle gider’ yaklaşımıyla dünyada sağlanabilmiş bir barış yok. Hükümetin bugünkü tutumu da bu alanda en ufak bir adım atmaya yönelik bir politikaları olmadığı izlenimini yaratıyor. Sürüncemede bırakılan kaybedilme davalarının yanına, Gezi protestolarında hayatını kaybedilenlerin davalarını, Roboski’de öldürülen 34 kişiyi, Reyhanlı’da 52 kişinin ölümünü, 146 kişinin yaralanmasını, Kobanê protestolarında öldürülenleri, eklemek mümkün. Bunların failleri de Türkiye’de hukukun üstünde.
Yani Türkiye’de cezasızlıkla mücadele demokrasi mücadelesinin de barış sürecinin de öncelikli gündem maddesi olmak durumunda. Yaşanmış olan ‘devlet terörü’ konusunda ‘Bir Daha Asla!’ denebilmesi için çatışmadan/savaştan barışa geçebilmek için, insanların adalet yerini buldu diyebilecekleri bir hukuk düzeni için cezasızlıkla mücadele ve ceza adaleti vaz geçilebilecek bir alan değil.
‘Cezasızlıkla Mücadele’, Hafıza Merkezi’nin de öncelikli konularından biri. Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Gülşah Kurt, Merkez için hazırladığı ‘Cezasızlık Sorunu: Soruşturma Süreci’ adlı çalışmasında bu sorunun yasalar ve uygulamadan kaynaklanan sorunlarını irdeledi ve çözüm önerileri geliştirdi.
Kurt’un kelimeleriyle “Asker, jandarma, köy korucusu veya polisin ya da bu çalışma boyunca anılacakları ortak isimle “güvenlik güçleri”nin fiillerinin, yasayı ihlal eden niteliklerine karşın, yöneldikleri amaçlar sebebiyle meşrulaştırılması olgusunun, bir “devlet geleneği” olarak neredeyse içselleştirildiği bir toplumda yaşıyoruz. Devletin “şiddetin meşruiyeti” tekeli üzerinden değiştirdiği, dönüştürdüğü adalet kavramı zaman içinde hukuk sisteminin de içine işlemiş ve olağanüstü olanı olağanlaştırmış durumdadır. Cezasızlık olgusu, işte tam da bu temel üzerine yerleşerek, Türkiye’nin insan hakları sorununun bir uzantısı olarak güçlenmekte ve bu döngü içinde, zaman zaman yasalardan da beslenerek kendini yeniden üretmektedir.”
Gülşah Kurt’un çalışması, ayrıntılı bir inceleme gerçekleştirilebilmesi amacıyla cezai soruşturma aşamasına odaklanarak, soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığı ve etkinliği açılarından bir değerlendirme yapıyor.
Raporda,
* Yasalar, uygulama ve yargı erkinin zihniyet kalıplarının eksik, hatalı ya da sorunlu alanlarının örneklerle tespiti amaçlanıyor;
* İdarenin düzenleyici işlemleri, yasal değişiklikler ile eski ve yeni düzenlemelerin karşılaştırmalı analizi yapılıyor;
* Ulusal mahkemeler ve AİHM kararlarının tahlili, uluslararası insan hakları örgütlerinin Türkiye raporları dahil olmak üzere, uluslararası hukuki belgelerde konunun ele alınış biçimi aktarılıyor. (MÇ/HK)